8 Temmuz 2012 Pazar

istememe hakkı

Canımı sıkıyor bu merdivenler

Hatrı sayılır adımda inip çıkmışlığım,

Komşuya selamdan kaçıp

Yabaniliğimden utanmışlığım

İyi halden paçayı kurtarmışlığım var.

Bağırışı, çağırışı tüm sokak köpeklerinin

Gözler kısıklaştıkça kulaklar radar

Sıkılıyorum hem de kemiklerime kadar

Okudukça çirkinleşen şiirlerim var.

Ne balkonda naz yapan rüzgar

Ne bardakta meşrubat

Ne de hatırlamak eski sevgiliyi

Sırf zevk veriyor diye faydasız melankoliyi

İstemiyorum.

Ne sen kurtarıcı olabilirsin benim gökyüzümde

Ne ben yazabilirim senin kitabına bir ayet

Hayatın en orta yerine bir ayraç koydum

Nerede kaldığımı hatırlama niyetine.

4 Haziran 2012 Pazartesi

İşi gereği

hatırlayamadığı kadar uzunmuş gün
yarım kahve yarım tütün beklentisi
onlar konuşurken anlayamadığı dillerde
yarım gülümsemeyle eşlik etti
'eş' i olmayan.

istemedi ki hiç,eşsiz benzersiz olanı
severdi ötekini berikini ve hatta başkasının olanı
herkes kadar herkes, hiçkimse kadar hiç kimse olsundu
işi gereği yalnızmış
insan yalnız yaşlanmamalıymış
öyle dedi.

oturmuş yemek yiyorlarmış da
kan götürmüş de masayı, "kan değil o bonfilenin suyu"
içi kalkmış, sadece bir çorba kafi imiş
oburluk gözlerini bürümüş de
ince ruhlarının canına değsinmiş.

kireçlenince kalbin yüzü
zımparalamak gerekmiş geceyi gündüzü
darmaduman etmek istemiş de yeri göğü
iki tatlı söze kırmış dizi.
zampara olmak gerekmiş, devir değişmiş
sineye çekmiş o da her sözü
işi gereğiymiş
öyle dedi.


3 Haziran 2012 Pazar

Gün

koyu muhabbetlerin içine düşsem
onlar anlatsa, ben başımı koluma dayayıp etrafa bakınsam
kaldırımda yürüyenlere...
işte bir çocuk elinde dondurma
yaz mı gelmiş, ne güzel...
işte sevgililer kol kola,
hava sıcakmış, sinemaya gitmeyelimmiş
işte bir yaşlı teyze, sürüklüyor pazar çantasını,
bizim de vardı o çekçekli pazar çantalarından.
işte orta yaşlı bir memur, gevşetmiş gıravatını
mesai sıkmış gibi boynunu.
işte yerlere uzanmış, uyuyor köpekler
piston gibi karınları, şişip iniyor hızlı
işte çocuklar bisikletlerini tamir ediyorlar,
ciddiyet var yüzlerinde, yüzleri kirliyse de
temiz gözleri.
aslında bana da bir baksalar ya,
atmış kafamın zinciri,
geçmiyor vitesleri.




30 Mayıs 2012 Çarşamba

İhsan


Düşündükçe “bir de ölseymişim tam olurmuş” diyordum içimden. Böyle zamanlarda duygularımı hiç belli edemezdim. “Şimdi nasıl davranmam gerekiyor acaba?” diye beynimden mırıldandığımı hatırlıyorum. Gelişigüzel oturdum. Bilgisayarın ekranı kadının yüzünü neredeyse kapatmıştı. Sadece gözlerini görebiliyordum. Ofis çok sıcaktı. Görüşme kısa sürer diye montumu çıkarmadım. “Birazdan sizinle ilgileneceğim.” dedi. Masada kapatılmış Türk kahvesi vardı. Ufak oyuncaklarla, renkli kalemleriyle süslemişti etrafı. Alelacele alınmış süsler... Ziyarete gelen arkadaşlar için… “Neyse canım, beni ne ilgilendir” dedim sadece kendi duyacağım seste. Benden önceki birkaç kişiye de aynı konudan bahsettiği belliymiş gibi: “buyurun İhsan Bey, imzalayın.” dedi. Kara haberi önüme uzatırken ‘şu işkence hemen bitsin ’havası da vardı gözlerinde. İmzalayıp gitmemi istiyordu. Hoş bir durum değil tabi onun için de. Kötü haberi veren olmak, biraz o duruma kendini ortak etmek gibidir. Suçluluk duyar insan konuşurken. İster istemez masum ‘benim alakam yok’ bakışları atar. O da bana, çok belirgin olmasa da o gözlerle baktı. Ama ben öyle değildim. Muhatabım o olduğu için ona mı çatacaktım? Hayır. Benim derdim imzayı attıktan sonra ne diyeceğimdi. Basit bir: “peki o zaman size iyi günler” mi, sinirli bir: “bu da ne demek oluyor?” mu, ya da şaşkınlıkla: “yok canım olamaz...” mı? Aklımdan bunlar geçip duruyordu. O anlardaki kendimi bilmezliğimden açıkçası biraz utanmıştım. Koskoca adam olmuştum ve ciddi ciddi cümle kuramıyordum. Biliyordum zaten olacağı. Buna hazırlıklıydım da. Çağırıldım, binadan içeri girdim. İşten atılmamın nedenini de gayet iyi biliyordum: İşe gitmemek. Canım istemediği için 3 gün gitmemiştim. Telefonları da açmamıştım. Uyumak istiyordum. Ayrıca sevgilim beni terk edeli bir hafta bile olmamıştı. Terkedilmek uykumu getiriyordu. Ağır bir yemek üzeri uyuduğum uyku gibiydi terkedilmek. Gene de tüm vücudum yatakla bütünleşsin istiyordum. Sonra sabah olsun, iki saat boyunca kahvaltı masasında kalayım ve sofrayı toplamayayım istiyordum. İstediğimi yaptım da. Öğlen on iki buçukta kalktım, sucuklu yumurta yaptım- üzerinde sucuklu yumurta olan bir sofrada ‘işe gitmek’ söz konusu olamaz bence- ve Türk sineması izledim. Rahat tavrım daha kahvaltıdayken üzerime oturmuştu. Bu yüzden kovulmaya giden yolda tedirginliğim yoktu. Sırf tepki vermiş olmak için “ne yapmam gerekiyor şimdi?” diye bir soru sordum. “Kâğıdı imzaladıktan sonra size ait dokümanlarınızı en kısa sürede teslim edin.” dedi, “tamam” dedim sadece. Çıktım. Niye daha iyi cümleler kurup kadını biraz olsun gıcık edemedim diye kendime kızdım. Ama onun ne suçu vardı ki. Böyle anlarda kendin için pek önemli olmasan da, karşındakinin seni önemli zannetmesini istiyorsun. “Evet, bu işten çıkarıldım, zaten yapacak başka işlerim de var, boş adam değilim…” imajı kalsın istiyorsun en azından. İnsana kendisini ‘önemli’ hissettirecek iki dakikalık bir bakış, bazen ihtiyaç olabilir. Neyse, sallana sallana yürüdüm. Şimdi eve gidip toparlanmak gerekiyordu. Bir taksiye atladım,” İnönü mahallesine” dedim. Ayakkabım biraz sıktığı için çaktırmadan çıkardım takside. Eve vardım. Sabahki kahvaltı sofrasına oturdum. Tavadaki az sucuklu yumurtayı ve çayı tekrar ısıtıp yedim. Üzerine bir sigara yaktım, midem ekşidi. Kanepeye uzandım. Televizyonun kumandası tutukluk yaptı gene. Bir kez dizime kumandayı vurup tekrar açma düğmesine bastım, çalışmadı. Kanepenin başucundan biraz kaykılıp perdeyi araladım, dışarı baktım. Yatarken acıtmasın diye halıya bıraktığım telefonumu aldım tek kolumu aşağı sarkıtıp. Sevgilimi arayıp teselli bulmak için tam kulağıma getiriyordum ki aklıma geldi. Unutmuştum. Terkedildiğimi unutmuşum.” Nasıl olur?” dedim, “o kadar da değil İhsan!”. O kadardı. Ne var yani, insan bazen kendi doğum gününü bile unutabilir canım. Bu örnekleri biraz daha çoğaltabilirsem kendimi kandırabilirim diye düşündüm. “Millet otobüs koltuğunda çocuğunu unutuyor, terkedildiğimi unutmuşum çok mu?”. Yok yok, hiçbiri bu şuursuzluğumu kapatmaz. Şuursuzluk demeyelim biz buna da, daha çok tercih edilmeyen olmayı kabullenmemek diyelim. İnsan beyni kötü anıları çabuk silermiş derler. Ben daha dün terkedilmiştim ve bu bir anı sayılmazdı. Kız haklıydı. Üç gün işe gitmediğim gibi onu da aramamıştım. Telefonum kapalı olduğundan o da bana ulaşamamıştı. Kovulmaya gittiğim gün açmıştım telefonu ve o tek mesajı görmüştüm. “SENİN GİBİ BİRİNİ İSTEMİYORUM”. Bu mesajı alıp ardından kovuluyor olmak içten içe bana haz vermişti açıkçası. ‘Sorumluluklarım’ tek tek azalıyordu. Faturalarım da buzdolabının üzerinde, arkadaşlarımın nikâh şekerlerinin mıknatısı korumasında bir bir artıyordu. Buzluğu açıp kafamı içine doğru uzattım. Serin bir nefes aldım.

Aylin D.

5 Mart 2012 Pazartesi

bir 'hadsiz'e şerif

benlik sadece yapım eki almış kelime
çok da önemli bi davası yok yani
kurcalama.
terliğinde geçen senenin denizinden kalma kum
söndü kandilin,bitti mum.
sen de bırak artık bu oyunu
koyunsan Karaman’da
ahkam kes sinemada film arasında
oturduğun yerden,
sana kalmadı diktğim pazen kefenden.
saplan o koltuğa, bari bil yerini
başkaları verir kaplumbağaların terbiyesini.

22 Ocak 2012 Pazar

uyku

Belki bir anne baba kavgası göz kapaklarını kemiren,

Belki bir çocuk sinemasıdır uykunu getiren.

Ey uyku oturalım karşılıklı,

Sofrana konuk et, yemek yiyelim.

Bol kepçe olsun ama rüyalar,

Cimrilik etme.

3 cm

Kafamdaki kabukları temizliyorum. Tam kurumuş olanları kopartmaktan ayrı bir haz alıyorum tabi. Ben onları koparttıkça bir kelime daha yazıyorum. Bir kabuk, bir cümle… Bir kabuk ve bir can alıcı cümle kurma girişimi daha. Can alıcı olsun, etkileyici olsun diye kendimi kastıkça, yazma seviyemin ilkokul 5 kelime dağarcığına indiğini görüyorum ve hemen silkiniyorum. Bir kahve koyayım diyorum. Bu bana zaman kazandırıyor. Bir kahve hazırlama süresince geçen dakikalarda(tahmini 4 dk) kendinizle ilgili eksikliklerinizi sorgulayabilir, boşa kürek çektiğinizi düşünebilir veya arkadaşınızı çay içmeye çağırıp uyuşabilirsiniz. Kendinizi sorgularsınız çünkü üzerinizde oluşan baskı bu yöndedir. “ne yapacağımı bilmiyorum”…”o zaman kendimi sorgulamalıyım”…”yeterince sorgularsan bulabilirisin”… Bence bu bir “an meselesi”. Bir an gelir ve her şey değişir. Bir an gelir hayatının aşkını bulursun, bir an gelir hayatının buluşunu yaparsın, bir an gelir evden kaçarsın, bir an gelir şarkı yazarsın, bir an gelir adam vurursun, bir an gelir nefes alamazsın… Sadece derin düşünerek harekete geçmeye örnek olarak Pekin'deki budist rahipleri verebilirim. Onlar da yerden sadece 3 cm yükselebiliyorlar.